Fleur de Tonnerre

19. yüzyılın erken dönemlerinde, sessiz ve huzurlu bir Fransız topluluğuna dehşet saçan bir seri katil hikayesini izlerken, adeta nefeslerimizi tuttuk. Bu hikaye, öyle bir atmosferde geçiyor ki, her bir bina, ağaç ve sokak, adeta bu korku dolu hikayenin birer parçası olmuş. Fısıltılarla birbirine geçmiş bu sakin topluluk, belki de ilk defa böylesine büyük bir korkuyla karşı karşıya kalıyor. Kaynağı belirsiz bu korkunun, bu dur durak bilmeyen seri katilin yarattığı gerginliği adeta perdeden hissedebiliyorsunuz. Fransız toplumunun o dönemlerdeki yaşam biçimi, giyim kuşamı ve davranışlarına dair çok şey öğrenirken, aynı zamanda bu korku dolu hikayenin içinde buluyorsunuz kendinizi. Bu film, sinema tarihinin en korkunç seri katil hikayelerinden birini, tüm gerçekliğiyle seyirciye sunuyor. Sinematografik açıdan baktığımızda ise, bu film; ışık kullanımı, renk paleti ve sahne geçişlerindeki başarısı ile öne çıkıyor. Meşhuur Fransız sinemasının zarif ve incelikli dokunuşlarını görürken, aynı zamanda Amerikan sinemasının hızlı temposunu da hissediyorsunuz. Bu benzersiz deneyim, hem tarih hem de korku severler için müthiş bir seçenek olacak. Dolayısıyla, bu filmi izlerken hem bir seri katilin yarattığı dehşetin ortasında kalmış bir topluluğun hikayesini görme hem de tarihi bir dönem filmi izleme fırsatı elde ediyorsunuz. Unutmayın, bu sadece bir hikaye değil; aynı zamanda bu hikayenin yaşandığı dönemin tarihi bir rekonstrüksiyonu. Bu nedenle, korku ve gerilim dolu bir hikayenin peşinden giderken, aynı zamanda bir tarih dersi de almış olacaksınız. Kısacası, bu filmi izlemek, bir yandan korku ve gerilimle dolup taşarken, diğer yandan da tarihi bir yolculuğa çıkmak demek.