Sarah, toplumdan soyutlanmış bir kadındır ve eğilimlerini sanata, atlarına ve doğaüstü suç temalı televizyon şovlarına adanmıştır. Her geçen gün artan bilinçli rüyalarını uyanık hayatına damıtıyor. Ancak bu sadece sinopsisi, film çok daha fazlasını ifade ediyor.
Sarah'ın, toplumdan dışlanmış olmasının yalnızlıkla olan eşsiz ilişkisini ve bu yalnızlığın onu sanat, atlar ve doğaüstü temalı suç dizilerine nasıl daha da bağladığını takip ediyoruz. Bu eğilimler, sosyal normların ve geleneksel hikaye anlatıcılığının dışında, çoğu izleyicinin alışkın olmadığı bir yol izliyorlar.
Öyle ki, Sarah'nın rüyaları artık sadece uyandığında değil, her an, her yerde onunla buluşuyor. Bu rüyalar, hayatının her alanına sızarak, Sarah'ın gerçeklikle fantastik arasında gezinmesine yol açıyor. Rüyaların ve uyanıklık arasındaki bu belirsiz sınır, Sarah'ın yaşamını ve onunla olan izleyici ilişkisini giderek daha karmaşık ve ilginç hale getiriyor.
Sarah'ın karakteri ve hikayesi, izleyiciye toplumun dışında kalan birinin açısından yaşamı yeniden değerlendirme ve anlama fırsatı sunuyor. Bu, sadece Sarah'ın hayatı üzerinden değil, aynı zamanda kendi hayatlarımız üzerinden yaşamı, rüyaları ve gerçekliği sorgulama prizması sunuyor. Kendi dünyamızda dolaşırken, Sarah'ın izlediği yolu ve hikayenin sunduğu karmaşık duyguları anlama meydan okumasını izlerken, izleyicinin kendi içsel yolculuğunu da çizmeye zorluyor. Bu sinematik deneyim, alışılagelmişin dışında bir hikaye anlatma biçimiyle, izleyicinin kendi hayatına ve düşüncelerine dair yeniden sorgulamaları teşvik ediyor.
