Bir çiftçi, İç Savaş’tan evine döndüğünde, eşi bu adamın bir sahtekar olduğundan şüphelenmeye başlar. Film, Amerikan İç Savaşı sonrası bir çiftçinin hikayesini anlatırken seyirciyi derinden sarsan bir psikolojik gerilimle karşı karşıya bırakıyor. Ana karakterimiz savaştan döndükten sonra, bir zamanlar güvendiği ve aşık olduğu kadın tarafından bile tanınmayacak şekilde değişmiştir. Fakat bu değişim, yüzündeki yara izleri ve sakat kalan vücuduyla sınırlı değildir. Eşinin gözünde, bir zamanlar tanıdığı adamın ruhunu tamamen kaybettiği kanaati hakimdir. Film boyunca, bu adamın gerçekten kocası olup olmadığı konusunda sürekli bir belirsizlik ve şüphe yaşarız. Hikayede yaratılan bu belirsizlik, filmi izlerken kişiye ağır bir gerilim ve endişe duygusu yaratır. Hikaye, izleyenlerin zihninde hem bir savaş eleştirisi hem de bir aşk hikayesinin trajedisi olarak yer edinir. Kesin olan bir şey var ki; film, savaşın bireyler üzerindeki tahribatını ve masum insanların travmalarını çok etkileyici bir şekilde gözler önüne seriyor. Bu nedenle, hikaye hem gerilim hem de duygusal derinlik taşıyan bir psikolojik drama olarak karşımıza çıkıyor. Bu film, savaşın insan psikolojisi üzerindeki etkilerini ve aile birliğinin bu durum karşısında ne kadar kırılgan olduğunu gösteren akılda kalıcı bir eser.
