Hong Kong'daki lüks bir otel, aniden yeni tip Coronavirus'un merkez üssü olmakla suçlanıyor. Yerel sağlık yetkilileri tarafından karantinaya alınan müşteriler, kaçınılmaz olarak otelde izole ediliyor ve bu durum ilişki sorunlarına yol açıyor...
Film bu distopik atmosferde başladığında, her biri farklı bir hikayeye ve farklı bir yaşam biçimine sahip, karakterlerimizin yaşadığı son derece lüks otelin, tüm dünyanın kaosu ve korkusuyla baş başa bırakıldığını görüyoruz. İzolasyon ve belirsizlik durumu, karakterler arasındaki ilişkilerin çok farklı bir boyuta taşınmasına neden oluyor. Bir yandan hayatta kalma mücadelesi verirken, bir yandan da kendi iç dünyaları ve kişisel sorunlarıyla yüzleşiyorlar.
Otelin güvenli sığınak hissiyle tarif edilemez bir tekinsizlik arasında gidip geldiği bu aşırı gerilim ve dram dolu atmosfer, müşterilerin içine düştüğü bu tuhaf durumu çok daha gerçek ve dokunaklı hale getiriyor. Günler geçtikçe, rutinler değişiyor ve karakterlerin stres, endişe ve paranoyak düşüncelere daha fazla teslim olduklarını görüyoruz.
Ancak film, sadece ölümcül bir virüs salgınına odaklanmıyor. Aynı zamanda, izolasyonun insanlar üzerinde nasıl derin bir etki yaratabileceğini, insan ilişkilerini nasıl çarpıtabileceğini ve nihayetinde birbirimizle nasıl başa çıktığımızı gözler önüne seriyor. Bu trajediyi merkezine alarak, insan ruhunun derinliklerine iniyor ve bizi düşündürüyor: Gerçekten kimiz, neyi önemsiyoruz ve başkalarıyla nasıl bağlantı kuruyoruz?
